Rabbimiz (cc.) Adem (as.)’dan bu yana insanlara peyderpey elçiler gönderip, Yanlız Allah’a (cc.) ibadet ve kulluk etmeleri için uyarmıştır.
Gelen elçiler insanlara, gönüllerindeki farkedemedikleri ancak içten içe putlaştırdıkları, istek ve arzularını göstermek ve şirkten arındırmak için, ben Allah’ın (cc.) Elçisi’yim, bana inanın ve Yanlızca Allah’a (cc.) kulluk edin dediğinde her devirde olduğu gibi…. İnkar edenler; yalancısın, cinlenmişsin, fitne çıkartıyorsun gibi sözlerle yalanlayıp, Allah’in (cc.) nurunu ağızlarıyla söndürmeye çalışmışlar.
Bugün de biz diyoruz ki;
EY İNSANLAR;
Bizde herkes gibi müslümanız, imanımız var diye yaşıyorduk. Ancak ezeli sırra binayen Rabbimizin (cc.) rahmetiyle insanlar arasından seçip, vazifelendirdiği elçisi Muhammed Mehdi (as)’a iman ettikten sonra….
Aslında İmanımızın sadece dilde olduğunu, gönlümüzde, aklımızda Rabbimize kul olmak ufkundan daha ileri dünyalık sevgilerimizin ve kaygılarımızın olduğunu hatta çoğu yerde bu sevgi ve kaygılarımızın Rabbimizin rızasının önüne geçtiğini, dilimizle Kelimeyi Şahadet getirip, dünyalık düşüncelerle, gaflet içerisinde beş dakikada kıldığımız namazlarla, kitaplarda okuyup öğrendiğimiz azıcık ilimle, acizliğimizi, hiçliğimizi unutarak Rabbimizin
Furkân Sûresi / 43.Ayette;
“Hevâlarını / arzu ve heveslerini kendisine ilâh edinen kimseyi gördün mü? Artık ona sen mi vekil olacaksın?”
Ayeti celilesindede buyurduğu üzere, dünyalık hevesler peşinde, nefsimizin istek ve arzularını ilah edinmiş şekilde yaşarken, ancak bunun hiç farkında değilken….
“EY İMAN EDENLER, İMAN EDİN” Ayetinin sırrıyla;
Rabbimiz (cc.) sonsuz rahmeti, lutfu, ihsanıyla, Peygamber efendimiz, Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)’i tasdik eden Allahın (cc.) elçisi ve Nebi’si Muhammed Mehdi (as)’a iman etmeyi nasip eyledi. ELHAMDÜLİLLAH Rabbimiz gönlümüzü iman nuruyla aydınlattı, gönlümüzdeki putları (nefsimizi) farkettik, tanıdık “Nefsini bilen Rabbini bilir” sözü sırrıyla;
Gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunan herşeyi yaratan, yürüten, varlığıyla var eden, her nefeste can veren, bize bizden daha yakın olan Rabbimizi, Sahibimizi tanımaya, hissetmeye başladık ve anladık ki İnsanın gerçekten Rabbine gerçek manada kul olması için onu araması, onu tanıması, hissetmesi gerekirmiş, Elhamdülillah Rabbimiz bunu bizlere yaşatarak anlamayı nasip eyledi. Bu muhabbet sözle anlatılmaz ancak elden birşey gelmez. Sözlerimize, yaşadıklarımıza Rabbimiz (cc.) şahittir. Şahit olarak ALLAH (cc.) yeter.
Gerçekten Rabbini arayan, gerçekten onu tanımak, onu hissetmek, onun sonsuz varlığında, benliğinden sıyrılıp, ona varmak ve o yakınlığa, o muhabbete ermek isteyen, o gün sahabenin yaşadığı gibi islamın gerçekten özünü yaşamak isteyen, İnsanların sözlerine değil, Rabbine teslim olup, Yarabbi ben bilmem sen bilirsin, sana sığındım, bana yardim et, beni doğruyu ulaştır diyip yalvarıp, yakarması ve elçisine, Muhammed Mehdi (as)’a iman etmesi gerekiyor. Bu kapıdan geçemeyen, islami şekliyle yasayabilir ancak islamin özünü asla yaşayamaz. Sözlerimize Allah (cc) şahittir. Şahit olarak Allah (cc) yeter.
O gün nasıl Peygamber efendimize (sav) inanmadan önce, insanların gözünde cahil olan köle Bilal-i Habeşi (ra.), kızını diri diri toprağa gömen Hz. Ömer (ra.) peygambere iman edip o kapıdan geçtikten sonra Rabbini bilen, hisseden onun rızası için yaşayan birer sahabe olmuşlarsa, bugünde kimliği kişiliği ilmi ne olursa olsun Muhammed Mehdi (as)’a inanan o kapıdan geçen, Rabbini bilen, hisseden, o yakınlığa o muhabbete eren, nefsinin istek ve arzuları peşinde değil, yalnızca Rabbinin (cc.) rızası için yaşayan kullar olacaklardır. Sözlerimize Allah (cc.) şahittir. Şahit olarak Allah (cc.) yeter.